ceza
- mâhî
- 9 Şub 2023
- 3 dakikada okunur

…
İyice gömülmüştüm minderime, filizlenmeyi bekleyen bir tohum olduğumu falan zannediyordum herhalde. Neticede her insan böyle düşünmez mi biraz? Özel hissetmek ister kendini. Keşfedilmemiş, sihirli bir tohum olduğuna inanır bu yüzden. Cennetin en güzel meyvelerine gebedir sorsan ama yanlış topraktadır, kaderin işi! Büyüyünce kocaman ağaç olacağı gibi yersiz kuruntulara kapılmıştır ama işin aslı sadece gömülmüştür. Uğruna hayatta kaldığı bu umudun yalnızca çürümüş bir tohum olduğunu -tıpkı kendi gibi- çok sonradan fark eder insan, toprağın altında filizlenmeyi beklerken çürüdüğünde. Üstelik bu toprak dağın taşın ufalanmış hali olmak zorunda da değil. Pek tabii ufalanmış hayal kırıklıklarının, parçalanmış anıların ve verimsiz yorgunluğunun altına da gömülebilir insan. Üstüne atılmış küreklerce yarada biten dikenli acılarına çiçek izlenimi vermek için kahkaha da atabilir bazen. Ve herkesin mezarı biraz kimsesizdir özünde. Kimse bilmez nereye gömüldüğünü. Hatta öyle zamanlar vardır ki karşıdan bakanlar ölüp gömüldüğünü bile anlamazlar, balkonunda minderine oturmuş miskinlik ettiğini zannederler yalnızca.
Balkon. Garip biraz, değil mi? Kime sorsan evin bir parçası olduğunu söyler sana. Hatta en önemlisi olduğunu iddia eden insanlar bile tanıdım şu kepaze yaşamımda. Öyle sahiplendiklerini söylerler balkonu ama balkon hep dışarıdadır. Hep soğukta, hep sokakta... Bu yüzden olacak, balkona yalnız çıkan her ince ruh bir miktar hisseder onun içindekileri. Anlar belki ve kendi acınası hali onu tatmin etmezmiş gibi bir de balkon için üzülür gömüldüğü minderinden. Sonra siler ama gözünün yaşını, ağlamak yıllardır elinden gelen tek şeydir ve işe yaradığı görülmemiştir asla. Uzun zamandır büyüttüğü kıçını biraz dolaşmak için kaldırır minderinden. Kaçmak bazen en büyük avuntudur.
Kalktım. Önü alabildiğine açık olmasına rağmen balkonda bile bunalıyorum son günlerde. Saat 5. Karanlık bir gece, Ay bile saklamış kendini. Göğüm daha bir karanlık artık. Bu karanlığın soğuğu başkadır. Güneşin doğmasına birkaç dakika kalması daha da şevklendirir soğuğu, son dakikalarını daha güçlü ve daha güzel geçirmek ister. Ben de güzel geçirmeyi umduğum dakikalarımda üşümek istemediğimden en kalın paltomu giydim üstüme. Çıktım evden, kapıyı bir daha açmayacakmış gibi çekerek. Ufak bir farkındalık anı ve onu takip eden kısa bir endişe... Anahtarları evde unutmuştum ve on yıldır her evden çıkışımda kilitlediğim kapımı bugün kilitleyemeyecek gibi görünüyordum. Sebepsiz; bir adam geldi aklıma, ölmeden önce son sigarasını içmek isteyen bir adam. Etrafında küllük ararken az sonra öleceğini hatırlayan gülümsemesiyle anlamsız çabasına son veren, boş veren bir adam. Boş verdim.
Ne kadar kalın giyinsem de kâr etmemiş, hala titriyor aşağılık bedenim. Ciğerimde kalan son sevgiyi öksürüyorum. Hatırlıyorum da, ilk öksürüklerim daha farklıydı, ciğerimi söker gibi farklı mesela. Canımdan can giderdi. Sevginin bir zerresini bile almak insanın içinden... kan kustururdu. Ama yazar diyor ya, “Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!” Ben de alıştım artık bu alçak hastalığıma. Az doktor gezmedim zamanında ama bir kuru öksürüğe bile çare bulamadılar. Şimdi ise bir çözüm arayışı içinde olduğum söylenemez pek. Dedim ya, alışıyor insan. Bir kere başladı mı içindeki sevgi kırıntılarını kaybetmeye... Bırakın öksürmeyi nefes verirken bile uçup gidiyorlar. Eskiden o nefesleri vermek dahi zordu, insanın son öksürükleri hiç canını yakmıyor!
Avare yürüyorum tanıdık olmayan bir sokakta. Kirli bedenimi atacak bir cehennem arıyorum sanki. Hafiften yağmur çiseliyor, yürüdüğüm asfaltsız yol çamurlaşıyor ayağımın altında. Yürüdükçe batıyorum balçık hatıralarıma. Yürüyorum. Bir uçurum karşımda, altında hissettiklerimden daha büyük bir orman -cehennemim olur da yakar mı beni bu yeşil cennet? Aradığım yeri bulmuşum sanki, öyle hissediyorum biraz. Koşamıyorum. Batmışım, çıkmaya çalışıyorum, çalıştıkça batıyorum, battıkça çalışıyorum. Bu tanıdık anlamsızlık yoruyor ruhumu. Yorgunluk bıktırıyor insanı ve ben fazlasıyla bıktım sanırım. İşte dünyamın sınırında, belki biraz sonundayım. Bıktım. Gökler gürlesin artık var kuvvetleriyle, bağırsınlar içlerindeki nefreti. Tepemde bulutlar sağanak sağanak tükürsünler yüzüme. Yüzümden akıp sel olsun, boğsun beni maskelerim. Yıldırımlar ve şimşekler saçsınlar artık ateşlerini. Toprak oynasın yerinden ve zelzelelerce gömsün bedenimi. Ötelerden azaplarını patlasın dağlar, kinlerini kussunlar. Yarılsın yer ve haykırsın, “Ben bile kabul etmiyorum seni!” Cehennem dile gelsin, “Beni bile hak etmiyorsun!” Ateşler çekilsin bedenimden ve kalbimden, kendi zemherimde kavrulayım. Çiğ heveslerim boynumda ipim, dayandığım tabure dibine girsin yerin.
Çünkü ben, bunu hak ettim.
…



Yorumlar