Biraz da Ölüdür
- meyus
- 17 Kas 2022
- 3 dakikada okunur

Evden çıkarken havanın yağmurlu olduğunu bile bile şemsiyesini yanına almamıştı. İnce bir kazak, bir kot pantolon ve bir ceket... Her yağmur damlası onu daha da yakınlaştırıyordu. Attığı her adım nereye gittiğini bilmeksizin su birikintilerinin içine girip çıkıyordu. Saçlarından süzülen yağmur damlaları gözyaşlarına karışıyor, gözlerindeki bu sebepsiz taşkın yağmurlu havada kayboluyordu. Sebep mi? Her zaman bir sebep mi olmalıydı ağlamak için? Yoksa hatıralar yetmez miydi? Sağanakla çarpışan kıyafetleri o geceden sonra daha tecrübeliydiler. Üşümüyordu. Attığı her adım o geceyi yeniden yaşatıyordu. Buruş buruş olan elleri o geceden kalma bir emanet gibiydi artık.
“Her anı bir ölüdür.” der Tezer Özlü (1984, s.20). Bu yüzden geçmişine dokunur her insan. Kimi hatıralar çöplük gibidir, kavuşması en güç olanlardır. Kimi hatıralar gurbetteki sevgili gibidir, hep hatırlanır ve özlenir. Kimi hatıralar da geçilmesi zor sınavlar gibidir, ulaşılmak istenmese de hayat karşına koyar. İmtihan eder insanı önce. İnsan bu sınava her yenik düştüğünde hayat ısıtıp ısıtıp yoluna serer. Bu hatıralardan bazısı yağmurlu günde “bir sokağın başında” (Mungan, 2019, s.18), bazısı “nice yazlardan sonra” (Mungan, 2019, s.18) gelip bulur seni. Hatıralar gelip çattığında ne yazın sıcağı terletir insanı ne de yağmurun kendisi ıslatır insanı. İnsan hatıralarının hararetiyle kavrulur, onların öfkesiyle sırılsıklam olur. İşte bu yüzden doku en tehlikeli duyu organıdır zira insan geçmişine dokunmaya çok korkar bazen.
Yağmurun şiddeti arttıkça etraftaki tüm sesler dağılıyordu. “Çoğalan korna sesleriyle [gidip] geri geliyordu gün.”(Mungan, 2019, s.18). Yalnız yere tüm savurganlığıyla vuran sağanağın sesi ve öfkeli şimşeklerin ürkütücü gürültüsü kalmıştı. Kornalar, konuşmalar, yürüyen merdivenler tüm sesleriyle birlikte şehri terk etmişti sanki. Boşanan yağmur taneleri hep bir ağızdan ürpertici bir ahenge hazırlanıyor gibiydi. O gece tüm gürültüsüyle yaklaşıyordu. Ne yağmurun sesi kalmıştı ne de yanıp sönen şimşeğin. Tüm sesler bir olmuş, bir çift kulağa sığınmıştı. Artık tek duyduğu o gecenin çığlıklarıydı. Bir zaman sonra kulakları çınlamaya başlamıştı. O gece tüm sedasıyla yeniden dirilmişti.
“Her anı bir ölüdür.” der Tezer Özlü (1984, s.20). Bu yüzden geçmişini dinler her insan. Kimisi tüm gücüyle kulak vermeye çalışır, kendi öğretmeni olur geçmişi. Kimisi ise kulak tıkar geçmişine çünkü ses insanı geçmişte yaşatmaya en istekli duyulardan biridir. Bazen bir şarkı, bazen bir yağmur sesi bazense kıyıya vuran dalgalar hiç beklenmedik bir ana taşır insanı. İşte bu yüzden kulak en tehlikeli duyu organıdır zira insan geçmişini dinlemeye çok korkar bazen.
Arkasına aldığı güneş gölgesinin boyunu yavaş yavaş uzatıyordu. Yürüdüğü cadde boyunca gölgesi biraz daha uzadı ve sonra tamamen kayboldu. Akşam, tüm serinliğiyle çökmüştü artık. “Şemsiyelerin sakladığı yüzler arasında” (Mungan, 2019, s.18) kimseyi seçemiyordu. Hızla kayan arabaların farları artık rahatsız etmiyor, bir düzen içinde uçuşan ateş böceklerini andırıyordu. Güneşin batışıyla sokakların tek hâkimi sokak lambaları olmuştu. Yürümekten yorulunca sokak lambalarının sarı ışıkları da yavaş yavaş solmaya başladı. Tüm şartlar sağlanıyordu. Sanki “zamanı arıyor [gibiydi] gözleri.” (Mungan, 2019, s.18). Karanlık eninde sonunda ele geçirecekti caddeyi. Zamanla ne araba farları ne de sokak lambaları göründü gözüne. Islak kirpiklerinin arasından tek gördüğü o gecenin buğulu karanlığıydı.
“Her anı bir ölüdür.” der Tezer Özlü (1984, s.20). Bu yüzden geçmişine dalar her insan. Kimisi göz kapaklarına çizmiştir yaşadıklarını. Gözünü her kapattığında kendi geçmişiyle yüzleşir. Kimisi geçmişine tamamen kördür. O çöplüğü hiç karıştırmak istemez. Bilir ki o çöplükten çıkabilecek bir detay insanın gözlerine perde çekercesine kör eder. Geçmiş bir film şeridi gibi hiç hatırlanmak istenmeyen detaylarıyla gözlerinin önünden geçer insanın. İşte bu yüzden göz en tehlikeli duyu organıdır zira insan geçmişini görmeye çok korkar bazen.
Çoğumuzun “o gecesi” vardır. Ben de bazen hayatı tüm gerçekliğiyle bir kenara bırakıp kendi çöplüğümde boğulurum. Evet, genç yaşımda belki de bir daha aklımın ucundan bile geçmeyecek birçok anım ölmüştür fakat bazı anılarım da vardır ki en derinlerimde yaşayıp durur. Bazı anılarım sesleriyle, bazıları dokusuyla, bazıları da gördüklerimle hayatımın kalıcı birer parçası olmuşlardır. Adına hayat denen bu uzun serüvende küçük bir mola verip arkama bakınca kendime tekrar tekrar sorarım: Neden karşıma çıkar bu hatıralar, gizli kalması gereken?



Yorumlar