Mezarlıkta Birkaç Satır
- Tarık Çimen
- 3 Ara 2022
- 3 dakikada okunur

Farkında olmadan parçalanmışım çoktan. Yeni anlıyorum benden ayrılan parçaların titrek parmaklarımdan çıkan şu cümlelerden ibaret olduğunu. Ne hissedeceğimi ben de bilmiyorum. Yıllar sonra öğrencisini tek bakışta tanıyan bir öğretmen gibi gururla seyrediyorum uzuvlarımdan kopup onun kalbine konan zerrelerimi. Hep bir kadeh fazla içtiğim sevincin sarhoşluğu döndürürken başımı, yalnızlığın kederine farkında olmadan gömmüşüm bedenimi. Kurtulmak için çırpınırken daha da dibe vurduğumu hissedememişim. Şimdi öğreniyorum. Fakat artık son vermek istiyorum bu acıya. Kesip atmak istiyorum körelmeye yüz tutmuş bir neşterle içimdeki bu yalnızlığı. Yavaş yavaş, ağır ağır atmak istiyorum bu illeti bedenimden. Damarlarımda akan sızıyı en ince detayına kadar duyarak, kemiklerime saplanan paslanmış çıngıraklı dikenleri çekip çıkararak kurtulmak istiyorum.
Karşıma dikilen aynalarda yalnızca ölümü görmek istiyorum artık.
Sırtımı şöyle kocaman, kapkara, yapraksız bir ağacın gövdesine yaslayıp hiç bitmeyecek bir uykuya dalmak…
Yaşlanmanın ince tınısını sakin bir veda havasında dinliyorum rüzgârlı gecelerin aydınlık saatlerinde. Hakikatin duraksız yolculuğunda, yanından öylece geçtiğim renksiz ölümleri izleyerek öğreniyorum yaşamayı ve ölmeyi. Bu yüzden; ölümlerin en renklisi, en can alıcısı olsun istiyorum benimkinin aslında. Kıpkırmızı hayallerim asılsın istiyorum boynuma önce. Sonra tüm kelimelerimi ayaklarımın altına koysunlar istiyorum. Son sözümü beklemeden sarsınlar bedenimi iyi niyetlerimin birkaç metrelik beyaz kumaşlarına.
Sadece sonsuz bir uyku tek ihtiyacım olan. Yalnızlığımı dünyanın ışıklarına hapsedecek olan…
Yaprakları ve dalları eğilmiş beyaz bir orkidenin ve önünde saatlerce beklediğim zümrüt kapıların zarafetine yakışır bir biçimde terk etmek istiyorum sarıldığım hayalleri. Sevinçlerimin kırıklarıyla sırtımda korkak yaralar açan düşlerimi bırakıp her sözümü kabullenen toprağa sarılmak daha huzurlu geliyor sanki. Çocukken merak ettiğim şu günleri bir papatya yaprağıymışçasına koparıp hiç yetişmemiş gibi fırlatmak istiyorum kaldırımlara. Giderek çürüyen saçlarımı taramak gibi, kuruyan gözlerimi yavaşça kapatıp kulağına fısıldamak istiyorum benden sonra gelecek herhangi bir duygunun:
“Sessiz ol!
Sessiz ol!
Sessiz ol!”
Ölüm arıyor hislerimizi zira. Bulursa affetmeyecek hiçbir yalnızı. Elindeki tırpanla tutup çekecek herkesinkini. Ruhlarımızı söndürecek gölgesindeki rüzgârlarla. Çocukluğumda düşlediğim büyümek değildi bu. Asıl şimdi yeni fark ediyorum. Büyümek istemiyormuşum ben. Büyümekmiş aslında acıtan beynimin pembeliğini.
Öyle cüretkâr konuştuğuma bakma. Her çocuk kadar ben de korkuyorum ışıksız kalmaktan uçsuz koridorlarda. Cesaret edemiyorum bu dünyadan kopup sahipsiz bir oyuncak gibi halının ortasında kalmaya. Fakat büyüyoruz… Yalnızlaşıyoruz giderek. Mecburlaşmak ve kamburlaşmak şeytana karşı… Huzurlu bir huzursuzlukla tadıyor insan bu acıyı. Neden acı verdiğinden çok, nasıl verdiğiyle ilgilenmeli fikrimce. Neden verdiği açık seçik ortada olmasına rağmen bunu defaatle tekrar tekrar sorgulamaya kalkmak, bile isteye teslim etmek gibi geliyor kendini çöllerin kızgın kumlarının arasına. Ya da kollarını iki yana cesurca açıp bırakmak gibi geliyor evrendeki tüm okyanusların görünmezliğine kendini.
Duru bir hüzünle göz kapaklarıma yazılan “ölüm” kelimesinin anlamı içindeymiş büyümek. Tanrı’nın, kıymeti en bilinmeyen armağanıymış insanlığa, “büyümek”. “Ölüme kavuşmaya beş var!” demekmiş meğerse büyümek…
Ölümü güzellemenin çağıymış yetişkinlik. Henüz kurumadan pıhtılaşmakmış.
Fakat yine de unutuyor insan bir şekilde. Unutmak istiyor. Dolu dizgin tüm kuvvetiyle sarılmak istiyor gerçek diye bildiği hayallere. Yıllanmanın sessizliği içinde durup düşünürken birden bilincini titreten bir sarsıntıyla uyanıyor ölüm denen gerçekle.
Doğmak, büyümek ve ölmek…
Tekrar etmeyen bu işleyişi; paslı çarkların arasına sıkıştırdığım bir düşle, bir sevgiyle ve bunlardan damıtılan mutlulukla durdurmayı denedim çokça. Sanki insan her anını gençmiş gibi yaşarsa hiç büyümez, hiç ölmezmiş gibi saçmalıktan ibaret fikirlerle çıktım karşısına hayatın. Reddedilince karar verdim boynumu büküp terk etmeyi onun hüküm sürdüğü âlemleri.
Hani kapatmak istiyordum gözlerimi? Niçin şimdi pişmanım en naif yıllarımda her an büyümeyi dilediğim için?
Şimdi bakıyorum da etrafıma, kapalı demir kapıların ardına gizlenmiş gibi dünyanın gürül gürül akan güzellikleri. Hayatın huzurundan onun izni olmadan çekilmiş olmanın cezasını çekiyorum sanırım. Öksüz dalgaların duvarlarını aşındırdığı düşler hapishanesinde saymayı unuttum yaşımı. Ölmeyi istemekle istememek arasında eziliyor kuvvetten yoksun kollarım.
Pişmanım.
En başa dönüp es geçmek istiyorum şimdi büyümeyi.
Kayboldum. Parçalandım. Bir çocuğun hayallerini kuramıyorum artık. Sarılıp omuzunda ağladığım görünmez umudum kayboldu. Ölmek istemiyorum ancak bir an önce bırakmak istiyorum sırtımdan yaşamanın verdiği ağırlığı. Bir an önce yalnızlıkla beraber aynı yere gömmek istiyorum hayatı.
Zümrütten bir mezar taşının tam altına.
Hadi gökyüzü, durma. Alçalıp başıma değdir masumiyetini artık. Doğmayı, yaşamayı hiç hak etmemişçesine ayrılıp gitmek istiyorum karanlığın aralık bıraktığı kapılardan. Işık sızmayan duvarların sardığı odalarda sonsuz bir uykuya geçip azaplar içerisinde yeniden sevmek istiyorum seni. Kim bilir belki de böyle böyle sıyrılırım belki duygularımın çapraz ateşinden.



Yorumlar