taş duvarın gamzesi
- mâhî
- 9 Eyl 2022
- 3 dakikada okunur

…
Yavaşça etrafıma bakındım, böylesine bir karanlıkta bir şeyler görmesi zor insanın. İlk başta her şey siyahtı, sonrasında da pek renklenmedi gerçi ama alıştı gözlerim. Siyahın da tonları varmış kendince ve yalnızca gözünü karartanlar görebilirmiş karanlığın sanatvari tuvalini. Görmeye başladım. Etrafımda yüksekçe duvarlar vardı, soğuk duvarlar. Mermerden yapılmış kadar gösterişli değillerdi ama bir taş duvar kadar da kolay yıkılacağa benzemiyorlardı. Eğdim başımı tepemdeki karanlığın bastırmasıyla, ellerimi gördüm. Biraz yorgunlardı ve biraz da yara bere içinde. Bir zamanlar yumruklamış gibiydim beni çevreleyen duvarları, anımsamıyordum. Sanırım çok uzun zaman önceydi bu hırçınlığım, yine çok uzun zaman önce vazgeçmiş ve kabullenmiştim. Bırakmıştım yıkamayacağım duvarlarla savaşmayı ama iyileşmemiştim. İyileşmeyecek gibiydim. Bir kez açıldı mı yaralar kapanmazdı burada, farklı kuralları olan bir dünya sanki. Kanamaları dururdu -şimdi de pek kanlı değil ellerim- ama kabuk bağlamazdı yaralar, sanırım ellerim asla eski hallerini almazdı.
Tekrar kaldırdım başımı, Uyar’ı dinledim, göğe baktım. Sevinmeme gerek yoktu, bir otobüs beklemek de aşikarca şımarıklık sayılırdı. Bir kuru nefes almak için göğe baktım. Baktığım gök müydü onu da bilmiyorum gerçi, kafamı kaldırdım yalnızca. Tutulmuş boynum sızladı biraz, bastıran karanlığı savuşturdum inatla. Üstünün açık olduğunu zannetmiyorum bu dar odanın, muhakkak ki bir tavanı olmalı. Ancak en kalın duvarlardan bile giriyordu Ay ışığı içeri, bir kalbin duvarlarını bile deliyordu bu huzme umarsız zamanlarda. Ve hatta belki de o duvarların içindeydi Ay, sadece çok uzaktaydı ama çok da yakın, kalbi kadar insanın. Bayılır gibi oldum, bilincimi sardığını hissettim etrafımdaki karanlığın. Bir şeyler eksikti deli gibi ihtiyaç duyduğum: yemek, su, aşk… hava? Aydınlıkta nefes almak daha zormuş, hele ki uzak bir Ay’ın ışığı altında.
Bıraktım başımı. Ya yukarı bakıyordum ya aşağı, ya öksürüyordum geçmişin tozları arasında ya da boğuluyordum gelecekle. Yaşayamıyordum, yaşamam lazımdı. Karşıma baktım sadece ve geri döndüm zaman çizgime, nerede olduğumu anlamaya çalıştım. O anda fark ettim zaten daracık yerimin giderek daha da daraldığını. Ya ben büyüyordum içime soludukça dumanlı hislerimi ya da ölü sandığım duvarlar yaklaşıyordu canhıraş. Burası ölü bir yer değildi, her zerresinde titreyen bir hayat vardı. Ve hatta siyah bile değildi duvarlar, yalnızca kırmızının en koyu tonundaydı. Ufak tefek yeşillikler kalmıştı etrafta buraların bir zamanlar canlı, güzel bir bahçe olduğunu gösteren. Küçük yosun tortuları hala yaşama dair bir şeyler fısıldıyor gibiydi. O canlı zamanlardan kalma birkaç su birikintisi vardı etrafta. Duvarlardaki çatlaklardan hala sızıyordu gözyaşları, kurumaya yüz tutmuş olsa da. Anımsar gibi oldum bazı şeyleri, kalbime benzettim sanki biraz. Kalbimde gibiydim, yahut gibisi fazlaydı. Önemsizdi, önemsemedim.
Ve sonra derince bir gamze açıldı delinmez sandığım duvarlardan birinde, bembeyaz bir çukur. Parladı, parladı, parladı. Siyahın rahatına alışmış gözlerim kısıldı bir gece vakti. Çatlaklardan sızan tuzlu sular gözyaşı mıydı, yoksa Ege’de bir sahilde dalgalardan artan mı? Serin meltemler esti bu derin çukurdan, kumlar doldu ayaklarıma. Sahilde gitar çalan gençlerin gür sesleri yükseldi, sokağın karşısındaki barlarda müzik hala bitmemişti. Sanki her yer eğlence, sanki herkes gönlünce ve ikisi sanki gecenin. Bağdaş kurdum fersiz bacaklarımı hissetmeden, ellerim ince kumlara bir şeyler kazıyor çelimsiz bir dalla. Sigaramı yakacak kadar bile ateş kalmamış içimde, yanmaktan o kadar uzağım. Bilincim benden uzakta, karanlığa daha yakın. Nefes alabiliyorum sanki, güzel bir şey bu. Unuttum ellerimi de, iyileşmediler ama unuttum. Güzel bir şey.
Bir şeyler oldu sonra, anlamadım. Boşaltılmış kalbim tekrar kanla dolmaya başladı, kan doldu odaya. Duvarlar eski kırmızılığına kavuştu, açıldı ve canlandı renkleri. Tekrar bir hareketlenme odamın duvarlarında… Cana geldim sanki bir beyaz çukurla, bir derin gamzeyle hayata döndü kalbim. Her şey güzel, daha güzel, ama dur..! Kan gittikçe yükseliyor kalbimin içinde, ben yüzme bilmiyorum. Derin nefesler aldığım ciğerlerim kırmızı kırmızı patlıyorlar. Heyecanla atan duvarlarımın arasında eziliyor muyum? Orada, belki kurtuluşum belki de sonum. O çukurun ardında ne var bilmiyorum ama tek çıkış yolum o gibi görünüyor şimdi. Uzunca bir zamandır yürümeyi unutmuş bacaklarımı kaldıramıyorum, sürünüyorum.
Boğuluyorum, kendi kanıma batıyorum, kendi canımla ölüyorum. Bir derin çukurdan medet umuyor, bir beyaz gamzeye düşüyorum. Sanırım sevmeye başlıyorum.
…



Yorumlar