top of page

USTAM

  • Tarık Çimen
  • 20 Ara 2022
  • 5 dakikada okunur

“İnsan neyi sever? Ya da sorulması asıl gereken soru: “İnsan nasıl sever?”. Tutunduğu her dalı kesen, kendini yüzüstü bırakanları mı sevmeliydi yoksa ona değer verenleri mi sevmeliydi? Böyle sorunca insan elbette “değerli hissettireni sevmeli bir kişi” der. Demeli de zaten. Zira ilk izlenimde bunu söylemeyen şahıs ya aptaldır ya da çok acı çekmiştir zamanında. Yani aynadakine bu cümle kurulduğunda duraksamalı, düşünmeli. Sonsuza kadar da olsa düşünmeli. Hatta belki şakakları kanayana dek. Eğer bir aptalla konuşmuyorsa, konuşmamalı zaten bir aptalla, yaşadıklarının bir yansımasıdır kurulan bu cümle aslında.” Diye sayıklayıp duruyordu ufak, eski ahşap bir taburenin üzerinde otururken. Önündekiler, yaşanmışlıklarıydı belki de kim bilir. Yüzünü kapkara denize çevirmiş, gözükmeyen dalgaların sesini dinliyordu. Masasına bir telefon bir saat bir de yalnızlığını koymuştu.


Öylece oturuyor yalnızca bunları düşünüyordu. Karşı kıyının minicik ışıkları koskoca adamın yalnızlığına teselli veriyordu. Kafasını kaldırdı. Gökyüzünde enteresan bir şey yoktu. Uçaklar her zamanki bulutların üzerinden her zamanki gibi geçiyordu. “Merhaba ey gökyüzü!” diye bağırdı. Gökyüzü cevap vermedi. Durdu. Bekledi. Adamı izledi yalnızca. Yalnızlığını izledi adamın. Yüzünü göstermek istemiyordu adama. Bulutları bir peçe gibi yüzüne örtüyordu, gizliyordu kendisini. Adam güldü. Denize anlamlı bir bakış atıp derin nefes aldı. “Vay be!” diye iç geçirdi. “Vay be!” beş harfli, iki kelimelik koskoca bir paragraf, hatta bir yaşam öyküsü. Yirmi sekiz senelik bir yaşam ancak bu kadar alçakça özetlenebilirdi. Alçak olmayı adam istememişti. Nefret ederdi alçak insancıklardan. Alçak insanların kendi fikirleri olmazdı çünkü. Kendileri gibi sevemezdi alçaklar. Bir başkası gibi düşünüp bir başkası gibi severlerdi. Sonra da alçağa yakışır biçimde çeker giderlerdi.


Otuz beş yaşındaydı. Kimine göre yolun yarısıydı, kimine göre başı, kimine göre de sonuydu. Ona göreyse yaşanmamış bir hayatın başı, yarısı ve sonu olamazdı. Yaşamak için gülmek gerekti. Gülmeyen insan yaşamıyordu adama göre. Kapkara denizin gizemli dalgaları vuruyordu birer birer sahile. Çıkan ses güzeldi. Samimiydi. İçtendi. Gölgelerin sihri altında yaşayan adama göre geceleri deniz daha güzel oluyordu. Gündüz gülüp coşan deniz geceleri ağlardı. Ağladığını göstermek istemezdi hiç kimse. Adam da istemezdi. Deniz de istemiyordu. Gizliyordu gözyaşlarını gün ışıklarından. Sanki gizlemese anlayacaktı insanlar. Tonlarca suyun arasında iki damla göz yaşını fark etmek meziyet isterdi. Çok az kişide vardır bu meziyet. Onların da gündüzleri denizle işi olmazdı. Geceleyin gelir, bir iki bir şey içtikten sonra hüzünlenirlerdi. Sabaha kadar oturur güneş daha onların yüzünü görmeden enseleriyle karşılaşırdı. Terkedilmişlerin en yalnız olduğu saatlere şahit olmadığı için mutludur belki de güneş.


Daha saat üç olmamıştı. Ustası geldi adamın. Adam çırak değildi. Ama onun da bir ustası vardı. Herkesin bir ustası yok muydu aslında? Kiminin para, kiminin kadınlar, kiminin aşk. Onun ustası farklıydı. İnsanların hiçbirinin öğüt almak istemeyeceği bir ustaydı. Hüzünlendirirdi adamı. Her gece gelir otururdu yanına adamın. Öyle susardı öyle susardı ki sanki hiç var olmamış gibi. Var olduğundan şüphe yoktu. Söylenmişti çünkü. Herkes var diyordu ama gören olmamıştı ustayı adamdan başka. Usta gizlenmiyordu kimseden. Peşinde ne polis vardı ne de jandarma. Yaşlıydı ustası. Yüz yaşını çoktan geçmişti. Yüzden sonra da saymayı bırakmıştı. Elinde iki şişe içki vardı. Kalın, hırıltılı sesiyle “Merhaba” dedi. Adam cevap vermedi. Ustası kafasını çevirdi gecenin arkasına gizlenen ufka. Uzun uzun baktı. Yıllar boyu herkes tarafından dışlanmıştı ustası. Gözlerindeki yorgunluktan anlaşılıyordu bu. Göz altları şişmişti. Saçları beyazlamıştı. İçkinin birini uzattı adama. Adam aldı. Usta, adamın içip içmemesine bakmadan açtı şişeyi. Dikti kafasına. Çok geçmeden indirdi şişeyi. Elinin arkasıyla sildi ağzını. Sakallarından süzülen birkaç içki damlası umurunda değildi. Adam da açtı şişeyi. Ustası kadar hızlı içemiyordu. Alışık da değildi içkiye. Ne usta konuşuyordu ne de adam. Adam ustası gibi değildi. Sevmezdi sessizliği. Söze girdi.

“Yine geldin Ustam”

“…”

Ustası cevap vermedi.


Yüzüne acının tatlı tebessümünü takınarak sordu.

“Yine baş başa kaldık ustam”


Ustası yüzündeki ciddiyetini koruyarak cevap verdi.

“Ben senin gölgenim çocuk” dedi. “Nereye gidersen git, kiminle olursan ol hep seninleyim. Sen beni bırakamazsın. Güçsüzsün bir kere. Beni bırakmaya irade ister. Eh… Bir de şansının olması lazım tabii. Senin gibi kaç kişiyle daha beraberim biliyor musun sen? Bilemezsin. Hem iradesiz hem de bencilsin çünkü. Evet bencilsin. Şu dünyada tek derdi olan sensin sanıyorsun. Yanılıyorsun çocuk. Hem de şu tependeki gökyüzünden daha büyük bir yanılgı içerisindesin. Dünyada gökyüzündeki yıldız kadar çeşitte dert vardır. Senin gördüklerin ise aslında bu evrende en küçükleri. Büyük zannettiğin dertler aslında senden çok daha uzakta. Yalnızca senin için değil, herkes için bu böyledir.” Gülümsedi. “Aşık oldun, yanındaydım. Anneni kaybettin, yanındaydım. Sonra, babanı kaybettin. Ben yine yanındaydım. Sevdiğini elde ettiğinde de seni terk ettiğinde de yanındaydım. Senin gibi çok kişinin kaderi oldum ben evlat.

Adam yüzündeki tüm ciddiyetle sordu.


“Benimle ilk defa konuşuyorsun ustam. Neden daha büyük dertlerim varken konuşmadın da şimdi konuşuyorsun? Şimdi mi aklına geldi öğüt vermek bana ihtiyar?”

Konuştukça ses tonu ve kızgınlığı artıyordu ustasına. Ustasının yüzündeki hafif tebessüm kaybolmuştu. Öfkelendi, adam bağırdıkça.

“Neden mi ilk defa konuşuyorum seninle? Çünkü sen de benle ilk defa konuştun. Yani delirmeye başladın yavaştan. Benimle konuşan delidir. Bundan sonra var olduğunu sandığın ustan artık seninle konuşacak. Benden tek kurtulma ihtimalini de böylece yitirdin. Yazık. Çok yazık.

Ben senden neden kurtulmaya çalışayım ki ustam? Bak, konuşuyorsun benimle artık. Ne güzel. Kimse olmasa da sen varsın artık yanımda Ustam. Kimseyle dertleşmesem de sorun değil artık. Seninle dertleşiriz. Bunun nesi kötü Ustam?


“Benimle konuşmak en kötüsüdür de ondan.” Dedi. Adama acıdığı yüzünün her çizgisinden belli oluyordu. “Ben senin ustan falan değilim dedi. Yalnızlığınım ben senin. Bir insan için en kötüsü yalnızlığıyla konuşmaktır. Yalnızlığıyla konuşan insan yalnızlığını konuşturur çünkü. Konuşan yalnızlık başkadır. Susmaz. Def etsen de başından, hiçbir yere gitmez. Öylece durur ve sana akıl verir. Verdiği akıllar seni ona daha çok bağlar ve başlar böylece ömür boyu süren bir yalnızlık. Beni de sen konuşturdun.” Dedi. İçkisinden bir yudum daha aldı. Kahkaha atmaya başladı. Ustanın kahkahası hoyrattı.


ree

Adam şoktaydı. Duyduklarına anlam veremiyordu. Yalnızlığını nesneler alemine getirmekle kalmamış onunla konuşmuştu. Yalnızlığını soyut bir varlıktan somut bir varlık yapmıştı. Yalnızlığı da onunla konuşmakla kalmamış, ona acımıştı. Kendini çok alçak ve pespaye hissediyordu. Yüzü bembeyaz kesilmişti. Bu gördüklerinin bir hayal olduğunu umarak içkisinden bir yudum alıp kafasını salladı. Hâlâ aynıydı. Elleriyle kafasına vurmaya başladı. Soğuk soğuk terliyor gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Buruşmuş yanaklarından süzülen her bir göz yaşı yere balyoz gibi iniyordu. Her damlada yer sallanıyordu sanki. Gözleri kan çanağı olmuştu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor, bu kâbustan bir an önce uyanmak istiyordu. Uyanamıyordu. Gerçeklerle yüzleşen her insan gibi hayal dünyasına geri dönmek istiyordu. Elindeki şişeyi betondan zemine vurarak parçaladı. Tabure yerden çok yüksek değildi. Sıçrayan parçalar elinin dış tarafını kesmişti. Avucunda kalan kısmını sol bileğine yaklaştırdı. Ustasına son kez baktı. “Elveda ihtiyar” dedi ve ani bir hamleyle sol bileğine bir kesik attı. Kolu düştü. Bileğinden avucuna doğru süzülen sıcaklık tatlı bir his veriyordu adama. Çok geçmeden üşümeye başladı. Soğuk terlemesi arttı. Gözleri kararmaya başladı. Derin bir nefes aldı. Gecenin tüm sihrini içine çeker gibiydi. Nefesini verdiğinde bunun son olduğunu biliyordu. Öyle de olmuştu. Adam tatlı bir tebessüm yerleştirip yıllanmış yüzüne, veda etti dünyanın yalnızlığına. Ustası hâlâ adamın yanındaydı. Çok geçmeden o da kalktı. Önce elindeki şişeyi sonra da yüzyıllık bedenini attı denize. Adam kurtulmuş muydu şimdi yalnızlığından? Galiba. Ölüm tek yoldu yalnızlığından kurtulmak için. Gariptir ki bunun da kesinliği bilinmez. Ne olursa olsun yalnızlığından kurtulamasa bile kesin kurtulurdu sevgisizlikten. İnsanın neyi sevdiği değişirdi. Ama sevmediği değişmezdi. Yalnızlık. Kimsenin sevmediği bir şeydi. Adam da sevmiyordu. Halbuki onu yalnızlığa mahkûm edenlere inat sevseydi yalnızlığını, belki de öğretebilecekti ondan sonrakilere insanın neyi sevdiğini, nasıl sevdiğini ya da kimi sevmek gerektiğini.

Yorumlar


ukde © 2022

bottom of page